"Çok, çok uzun zaman önceydi," dedi yaşlı adam, "mevsimlerin isimlendirişinden, masalların söze dökülüşünden, ateşin saf demirle işleyişinden önceydi.
Sözleri zehir gibiydi onların, dilleri hançer, yüzleri maske birer. Büyülü güzellikleri ile baş döndürüp göz bağlarlardı. Niceleri düştü, düştüğünü fark etmeden onların kucağına, hâlâ gezerler halsiz ruhsuz varamadan bile farkına," soluklandı yorgunca. Gözleri dalıp giderken buruk bir neşeyle garip bir mısra mırıldandı, "Şairlere verilen ilhamın bedeli zavallıcığın boynu, şövalyeye vaat edilen kılıç bir krallığın sonu," ardından huzursuz, histerik bir kıkırtıyla sarsıldı.
Nefes alışı yeniden düzenli bir hale geldiğinde puslu gözlerindeki kör dalgınlıkla sözcükleri birer birer dudaklarından düşürmeye devam etti, "Öte diyarın efendileri kibirleriyle hor görüp onurlandırmayınca kızıl alevlerde dövülüp duran demiri, saf bir yüreğe bürünmüş demir, varolmuş insan soyundan yana. Alevden çıkan demirle ilk silahını kavrayınca insan, zayıflar karanlığa olan korkuları. İnsanlığın arasından uzaklaşır bu diyara ait olmayan sakinler, ormanların derinliklerine süzülür, karanlığın en ucra köşesine çekilirler.
Zaman kum taneleri ve tik taklarıyla ilerledi durdu, vakit geçip gitmeye devam ederken gerçekler efsanalere döndü, efseneler masallara. Öyle masallardı ki bunlar, çocuklara kabus olurlardı; ama unutuldular. İnsanlar tarafından unutuldular ve böylece yeni fırsatlar verildi ellerine," başını salladı yüzüne yayılan doğal olmayan bir tebessümle ve sesini alçartarak, fısıldadı boşluğa, "bazen karanlık çökünce hâlâ üşüşürler dört bir yana ve korkuları için, bizden olanları kaçırırlar. Kundaktaki bebekleri, küçük çocukları, hâlâ karanlıktan korkan birilerini..."
5 Aralık 2009 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder