5 Aralık 2009 Cumartesi

Teneke Adam'ın Hikâyesi / Tin Man's Story -I-

Teneke Adam Mezarlığı / Tomb of a Tin Man

İçine işleyen bir sesti. Garip, tahta bir kutu içinde kırmızı, komik elbiseli bir adam kızağa binmişti. Önünde sıralanmış kızağı çeken kırmızı burunlu geyikler. Şöminenin tuğla oyuğunu yalayıp geçen alevlerinde parlayan kırmızı, şişkin burunlar. Ateşin etrafına yayılmış insanlar canlı birer gölgeden ibaret ve seslerindeki sıcaklık tınılarla vurgulanırken sözcüklerin anlamları ulaşmıyor.
Kapıdan gelen tok bir sesle, hareketleniyor gölgeler. Bir el, uzanıp da kutuyu kapatınca kesiliverir içe işleyen o ses ve bir çift kahverengi göz huzursuz, aralanır karanlıkta.

Zihnindeki anı kırıntılarından pek fazla şey kalmamıştır. Titreyerek bacaklarını daha fazla çekerken göğsüne o küçücük bedeni ufak bir kedi yavrusu gibidir. Gözlerini yumar tekrar, anlamını uzun süre önce yitirdiği o tuhaf ama sıcak rüyaya geri dönmek için. Nafile. Zamanını asla bilemediği, bilmeye fırsatı olmadığı süreler boyunca kaldığı bu küçük, soğuk hücrede uyumuş, uyanmış ve uyumuştur tekrar ve tekrar.
Karanlık koridorda yankılanan tıkırtılar uyandırır bazen onu. Parmak uçlarında bile yetişemediği, o küçüçük parmaklı kapaktan görür onları; loş, yanıp sönen ışıklarla gıcırdayarak yürüyen teneke adamlar. Yüzlerinin olması gereken yerde anlam veremediği dairesel, çıkıntılı, sarı, bronz ve çoğunlula paslı çarkları görür. Döner durur, durmadan işler o çarklar. Bir süre sonra, her tıkırtı için ayaklanmaktan vazgeçmiştir bile.

Kıvrılıp olduğu yerde, kulağına takılan bir gıcırtı sesiyle aralar gözlerini yine her zaman ki karanlığa. O gıcırtı, o yağ kokusu ve beraberinde gelen o tik tak sesleri. Bildiği ve hatırladığı yegane şeyler olmuştur artık. Bir rutindir bu, teneke adam gelir gıcırdayarak, ayaklarını süre süre, kafasının hemen üstündeki şapkada bir ışık yanıverir beraberinde kapak açılır. Böylece içeri bir tas tatsız yemek ve amacı susuzluğu geçirmekten çok uzak bir sıvı kayar tıngırtıyla.
Parlayınca o ışık aniden, gözleri kısılır bir köstebek gibi. Seğirir tüm vücudu, kapıya ya da duvara çarpmış olarak bulur kendini. Morluklar, çürükler mesken bellerler sıskacık vücudu. Gözlerini kısıp körlemesine bir yerlere çarpmadan önce, kısa bir an hücresni görür. Dördüncü adımın hiç gelemediği o hücresini, deliğini, evini. Sadece taş ve samanlardan oluşan inini. Geçmişine dair her şeyi yutup almış karanlık ve soğuk ini.

Teneke adamın yaklaştığını haber veren o gıcırtı, artarak gelir, dikilir hücrenin kilitli kapağının başına. Küçük bedenin gözlerini yakarcasına bir ışık yanar, daha çok kıvrılırken o olduğu yerde kulakları aşine olmadıkları bir sesle çınlarlar. Hantal metal kapı, gıcırdamadan yerinden oynar. Tamamen açıldığında bir homurtu gelir kapıdan, uzun zaman sonra hareket ettirilmiş olmanın kızgınlığıdır bu homurtu.
Kendini kapaktan içeri, beklenmeyen bir kıvraklıkla ama kulak tırmalayan gıcırtılarla aşağı çeker teneke adam. Işığı, yukarı doğru tutar, ufaklığın gözlerinden almak için. Mekanik yüzüyle bakar kıvrılmış bedene. Ufak tefektir, yırtık pırtık giysiler içinde hayatını zindanlarda geçirmiş bir çocuk. Yarı uyuşk bir zihinle ağlayamayan, ağlamayı çoktan unutmuş bir çocuk, bir kız çocuğu. Sekiz yaşlarında olması gereken; ama kötü beslenmekten sıska, halsiz ve güneşi görememekten bir hayalet kadar beyaz. Bir zamanlar parlak turuncu olması muhtemel saçları kirden koyulaşıp keçeleşmiş.

Bir insan için mümkün olmayan bir açı ile döner ve tekrar çocuğun tepesine odaklanır. bir hırıltı yükselip yakılanır Teneke Adam'ın metalik bedeninde. Uzaktan gelen bir ses gibidir; ama bir insana ya da öyle bir valığa aittir sanki. Aydınlıktan küçüçük olmuş göz bebekleriyle bakar ufaklık, üzerine eğilen Teneke Adam'a. Çok uzaklardan, parça parça bir şeyler geçiverir zihninin içinden. Belki de kırmızı bir çift pabuç ve yeşil bir kadınla ilgili. Unuttur hemen ardından. Kısılmış gözleriyle Teneke Adam'ı süzer. Vücudu bronz ve aliminyumdan yapılmıştır. Gayet ince hatlara sahip olmasının yanında bazı yerleri, özellikle de kol ve bacak eklemleri paslanmıştır. Suratındaki çarklar ağır ağır dönmekteyken, çarkların tam ortasında bulunan hoparlör hırıltılı bir şekilde tekrar titrer, "Czzttt.... hey hey çoçç.... czzzz ben.... cızzzzzz yor musun..."

Ses vermez ufaklık.

"Czzttt.... hey.... na diyorum.... czzzzz.... yoksa orda gebe... tin mi .... czzzz..."

Susuzluktan gırtlağı kurumuştur, bir o kadar daha kurumuş ve çatlamış dudakları hafifçe aralanır ufaklığın; ama hiç ses çıkmaz, çıkamaz. En son ne zaman metalik olmayan bir ses duyduğunu hatırlamıyordur bile. Ya kendi sesi? Onu hiç duymuş muydu?

"Nnhghh.." diye bir nida yükselir o dudaklardan, garip, kısık.
"Hey.... hey....."

Asızın bir müzik sesi yükselir hoparlörden. Gramafon sesi gibi; ama duyduğu, bildiği bir ses değildir ufaklık için. Müzik bir süre daha devam ederken ufaklığın garip ve hırıltılı iniltileri kısık bir halde kesik kesik yol bulurlar kendilerine. Tükürük birikir dudaklarında, ağzında. Yumuşamaya başlar gırtlağı. Müziğin arasından kulaklarını bir şey tırmalar, kelimesiz bir inilti gelir genzinden yine, biraz çatallı... biraz yumuşak. Duyduğu kendi sesiyle birlikte irkilirken hafifçe, hoparlördeki müziğin derinliğinden gelen cızırtıyla susuverir, "czzz let geber... czzzzt..."
"Hhh... hhaaa... aa... hh..."

Gramafon sesi kesilir aniden, geldiği gibi gider öylece.
"Hey hey....... APTAL ALET!!" diye ses gürler ufacık hücrede, "Çalış!..."
Bir patlama sesi yükselir tüm heybetiyle kulakları yırtarcasına ve ufaklık korkarak olabildiğince geriye sıçrar üç adımlık hücresinde. Sonrası... sonrası sessizlik.

......
.....
....
...ve hoparlörden uzun, gacırtılı acı dolu garip bir çığlık yükselir, aynı anda da, "Taaa da işte çalışıyor! HAHAHHAHAHAHAHAH!! Hey hey! Çoçuk!"
Aynı ses daha net ve hışırtısızdır artık, "ordasın galiba. Ölmediysen o teneke adamın elini tut. Yürüyebiliyorsan seni yukarı getirecek. Sakın elini bırakma... TAMAM MI??!!"

Korkup sinmiş olduğu yerden konuşan Teneke Adam'a doğru gelir tedirgin. Önünde dikilir titrek dizleriyle, duraksar. Elini, onun metal gövdesine doğru uzatır neden sonra bir merakla. Hisetmek, emin olmak için belki de oradaki şeyin gerçekliğinden. Teneke Adam soğuktur. Gece gibi, geldiği koridor gibi, ufaklığın hücresi gibi; ama göğsünde bir yerlerde bir sıcaklık vardır sanki. Bir titreme, atan bir kalp ya da tik taklı bir saat. Garip tanıdık bir kokusu vardır. Yanmış bir şey, ağır bir koku; ama nedendir midesini bulandırmamıştır ufaklığın.

Hoparlörden aynı ses gelir yine, "Hey hey çoçuk, elini tutarsan seni götürecek... duyuyor musun? Elini tut."
Elini Teneke Adam'ın göğsünden kaydırıp mekanik parmakları arasında uzatır ufaklık. Gözleri artık ışığa karşı eskisi kadar hassas değildir ve garip bir duygu kemirir içini. Eğer biliyor olsaydı, buna 'merak' derdi. Tenek Adam'ın parmakları kaygan olmasına rağmen tutuşu sıcak ve güven vericidir. Ufaklıkla beraber kendini tepedeki kapaktan dışarıya çeker. Karanlık koridoru aydınlatan ışığıyla yürümeye başlarlar. Adımları ufaktır ve her adımda tangur tungur sesler gelir Teneke Adam'dan, kalbindeki tik takları bastırırlar. Arada bir titrekleşen fenerin ışığında, ufaklığın gözleri daha onlarca kapakla ve kapıyla karşı karşıya gelir. İnlemeler yükselir bazılarından iç ürperten. Birazcık daha yaklaşır Teneke Adam'a ufaklık, farkında olmadan.

Uzun ve ağır bir yürüyüş olur bu, hele de çelimsiz, hayatındaki en uzun koşunun üç adım sürdüğü bu küçük kız için, çok... çok uzundur. Hepsi birbirine benzeyen kocaman siyah taşlar ve siyah kapılardan oluşan, bir birinin aynısı koridorlar ve merdivenler vardır geçtikleri. Hepsi çok düzenli görünse de bilmeyen zihinler için gerçek bir karmaşadır aralarında hiç bir fark gözükmemesi; ama devam eder Teneke Adam.

En sonunda, diğerlerinden farklı dev bir kapının önünde biter uzun yürüyüş. Kocaman, metal bir kapı. Kafasını yukarı doğru kaldırır ufaklık görebilmek için sonunu. Koca bir bina gibidir oysa; ama bir o kadar da dardır. Beş tane teneke adam yan yana ancak geçebilir. Pürüzsüz, parlak yüzeyinde kapının kendi yansımasını görür ufaklık. Anlamak için yavaşça eğildiğinde burnunu çarpıverir. İlk kez ayna görmüş bir köpek yavrusu gibi affallayıp ovuşturur burnunu. Dikkatini tekrar kapıya vermesini sağlayan şey kulak patlatırcasına uğuldayan gacırtı sesidir açılan kapının.

Hantal kapının aralanmasıyla içerden dışarıya bir sis tabakası akar ağır ağır. Teneke Adam tekrar hareket etmeye başladığında devasa bir yapıya doğru ilerlemeye başlarlar. Sağda ve solda, dönüp duran makaralar, onlara bağlı metal halatlar, halatların uçlarına daha büyük kovalara doğru giden kovalar tutturulmuştur. İçlerinde, fokurdarcasına sıcak, kor kırmızısı bir şeyler. Uzaklarından geçmekte olan her kovanın ısısı daha bulundukları yerden hissedilmektedir. Siyah is ve dumanın yükseldiği yukarılarda görülemeyen birileri hareket halindedir. Parıltılı kıvılcımlar ve gri küller kar misali yağar.
Bir kül tanesi, ufaklığın burnuna konuverir ve istemsiz bir hapşurmayla tekrar havalanır. İlerledikçe sıra sıra kovaların altında başka metalik şekiller belirir. Sağ da sökülüp atılmış teneke adam parçaları ve solda da çeşit çeşit, büyüklü küçüklü dişliler yığınlar oluşturmuştur. Aynı anda koridorun sonundan acı bir gacırtıyla bir hareketlilik başlar. Çarklar geriye doğru dönerken aralarında sıkışıp kalan zavallı bir teneke adamın parçaları koridor zeminine saçılır. Başka bir teneke adam grubu sarar parçaların etrafını ve çabuk çabuk süpürmeye başlarlar bir zamanlar onlar gibi hareket eden ama şimdi dişli ve çubuklardan ibaret olan yığıntıyı.
Parçalardan bir kaçı, tıngırdayarak ufaklığın ve Teneke Adam'ın yakınlarındaki yığıntılardan birine ulaşır. Bir an; ama ufacık bir anlığına ufaklığı hücresinden çıkarmış olan bu paslı Teneke Adam yüz yüze gelirler. O duygunun olmadığı, olmasına imkan olmadığı o yüzde garip bir kasılma olur. Nedir o şey... korku mu? Yoksa kader mi? Ya da aksayan çarkların anlık bir titremesi?
Teneke bacakları titrer Teneke Adam'ın, başı eğilir, diğer kalıntılara bakar sonra kendi çürüyen parçalarına ve daha yavaş, daha ağır... daha yaşlı adımlarla ufaklığı götürmeye devam eder.

Solda, bir ofisin kapısının önüne gelinceye kadar bu ağır aksak yürüyüş devam eder. Metal bir kapının üstüne vidalanmış tahta bir plaket vardı. Basit bir kapıydı, diğer kapılar gibi tek elden çıkmıştı ve tek farkı üstündeki isimdi. Garip, saçma sapan bir yazıdır gördüğü ufaklığın ama okur o yazıyı, üstelik okuma yazma bildiğinden habersiz. Yoksa, yazı kendi kendisini mi okumuştu... okutmuştu?

[Şef: Çekiç Kafa]


Teneke Adam, ufaklığın elini bırakıp ağır ağır döner ve her adımında tangırdayarak uzaklaşır. Ufaklığın kirli yüzüne, Teneke Adam'ın neden gittiğine dair soran bakışlar peydahlanır. Sonra başını çevirip önündeki kapıya bakar hareketsizce. Ufak bir adım atıp elini uzatır kapıya. Hafif bir ısı gelir ama dışarıya göre biraz daha serindir kapı. Elini çekip avucuna bakar ufaklık ve ancak o zaman anlar elinin terlemiş olduğunu. Birden durup diğer avucuna da bakar, Teneke Adam'ın parmaklarından bulaşmış olan makine yağıyla lekelenmişti.
Bakışları tekrar kapıya döndüğünde çıkıntı gibi duran kola doğru uzanır, soğuk kolu kavramasıyla kapı beklediğinden önce açılır içeriye doğru ve dengesini kaybetip kendini yüzükoyun yerde bulmasına sebep olur.
Ahşap zeminde, yüz yüze bakışır ağzını açmış avını yutmaya hazır koca bir ayı kafasıyla. Başını, yattığı yerden aptal bir ifadeyle yana doğru eğip ayının açık ağzına bakar boş boş ufaklık. Birkaç saniye içindeyse yavaşça uzattığı elinin işaret parmağıyla ayının sivri dişlerini dürter. Dişin pürüzsüz yapısı parmağını gıdıklar hafifçe, kapının kapandığında dair bir ses gelir ardından o sırada. Kafayı kaldırır yukarı doğru daha yerden kalkmadan ve geriye, kapıya doğru bakar başını çevirip işaret parmağı hâlâ ayının dişini dürtmeye devam ederken.

"Hey çoçuk. Pofuduk'u sevdin mi?" Hoparlörden gelen sesin bu olduğu şüphesizdir.
"Eskiden senin gibi bir veletin yanında yaşardı. HAhaHAhahahahaHAha!! Sonra çoçuk bana bayağı bi' şeker borçlandı. Satıp borcunu ödeyeceği hiç dişi de kalmamıştı Diş Perisi'ne. HAHAhaHahHHAH! Ben de ayısını aldım," der adam, ufaklıktan sadece birkaç santim uzundur ama en az üç tane onun kadar da iricedir. Kocaman pancar burnunun üstüne iliştirilmiş kalın, siyah çerçeveli bir gözlüğün ardından bakmaktadır ve altından parlak dişleriyle güler. Kirli örgüleri ve bol bol tütsülenmiş kısa sakalları yüzünü kaplamaktadır. Sözleri bitince yüzü daha ciddi bir hal alır.
Ufaklık, ayının dişine, adama bakan ifadesiz bir yüzle duraksayarak dokunmaya devam eder. Adam, bir süre çocuğun bu anlamsız davranışını izler, sonra da üzerinde atlayıp masasına doğru gider, koltuğuna oturup sabırsızca beklemeye koyulur. Birkaç dakika sonra ayağa kalkıp zar zor yükselerek masanın oradan ufaklığa bakar tekrar, "Pofudukla işin bittiyse geç otur, iş konuşalım."
Yerden kıpırdamadan, cücenin yüzüne bakarak bir kez daha dürter ayının dişini, hemen ardından bir kez daha. Sonra, birkaç dakika geçip gitmek üzereyken tekrar dürter ve kısa bir duraklamanın ardından doğrulup ayağa kalkar. Cücenin kalkan tek kaşı altındaki bakışları ufaklığı süzer, "pek ciddi bir tip değilsin sanırım. Senin gibi çoçuklarla hergün anlaşıyorum. Hohoho," der ve elini attığı çekmeceden bir lolipop çıkarır. Kırmızı ve beyaz, parlak şekerin üstüne oturduğu çubuğu ufaklığın kahve rengi gözleri önünde sallamaya başlar. Bakışları sallanan şeyi bir süre takip ettikten sonra hemen ardındaki cüceye odaklanır. Adamın yüzünde, istemiyor musun dercesine bir ifade oturmuştur, bir yılanı hipnotize etmek isteyen bir hint fakiri gibidir, "al hadi."
Bakışları lolipopa düşer tekrar, ardından tekrar cüceye. Duraksar ve kafasını kaldırıp odanın içindeki şeyleri süzmeye başlar. Duvarların birinde bir kürek ve kazma çarpı halinde asılmıştır. Odayı inceleyen gözlerinin önünde kırmızı ve beyaz çizgiler belirir tekrar; ama cücenin sabırsız tavrıyla lolipop kendini ufaklığın kafasına fırlatılıp sekerek yere düşmüş olarak bulur.

Hırlıyordur adam, "sen beni dinlemiyon mu?!" diye bağırmaya başlar. Kafasına çarpan lolipopla hafif bir sendeler ama sonra hacıyatmaz gibi eskisi gibi dikilir ufaklık. Başını haifçe ovalayıp hırlayan adama bakar. Cüce bağırmaya devam ederken hışımla açılır ardlarındaki kapı ve daha ince, daha anlayışlı bir ses bıçak gibi keser adamın homurtusunu, "Yine mi küçük kızlara bağırıp çağırıyorsun? Seni anlayışsız örs kafalı herif."
Başka bir cücedir bu gelen, bir dişi, bir kadındır. Uzun, koyu kızıl saçları iki yandan örülüp çember gibi kıvrılıp iç içe geçerek başının iki yanına muntazam bir şekilde tutturulmuştur. Açık beyaz bir teni ve elâ rengi gözleri vardı. Çok güzel değildir belki ama oldukça cana yakın bir mizacı bulunuyordur.

Kadın, ufaklığa yaklaşır; ama ona dokunmaz, "iyi misin küçüğüm?" diye sorar. Gözlerini kırpıştırıp kadına bakmakta olan ufaklık, ansızın yeniden hatırlayarak başını ovmaya devam eder. Kadın, gülümser bu ufak tefek şeye ve eğilip yerden aldığı lolipopu geldiği tarafa fırlatır. Erkek olan cüceden bir "Aargh!" nidası yükselir.

"Konuşabiliyor musun?" diye sorar kadın, diğer cüceyi umursamadan. Boş boş bakar kız bir anlğına, "kkk... kkoo... koouşşmm..."
"Tamam tamam. Zorlama kendini. Ben Pırlanta. Bu adamda kocam kazma, yok yok, adı Çekiç'ti; ama sen yine de kazma dersin ona," gülümser yine içten bir şekilde, "şimdi benle gel. Seni evimize götüreceğim. O delikte yaşayamazsın. Buranın kurallarını öğrenmen lazım," ve kalın parmaklı ellerini uzatıp avucunu açar. Kadının elini süzüp sonradan başını ovalarken yüzünü yağladığı hâlâ siyah makine yağı olan eliyle Pırlanta'nın elini tutar. O da, ufaklığın elini kavrar nazikçe kendine çekip "Şapsal!" diye bağırır adama ve dışarı çıkarlar.

Yine sıcak fabrikaya dönmüşlerdir. Yürürken, ufaklığı getiren Teneke Adam'ı görürler. Elindeki süpürgeyle mekanik kol bacak yığınına doğru olmayan bir şeyler süpürmektedir. Yüzü mutsuzmuş gibi bir haldedir sanki, tıfıl yolcular yanından geçerken yedek parçalara bakmaktadır. Ona doğru bakar ufaklık bu geçiş sırasında ve birkaç adım uzaklaştıklarında elini Pırlanta'nın avuçlarından kaydırıp Teneke Adam'a doğru gider. Aslında bilerek yapmıyor olsa da bazı şeyleri duraklayarak ve temkinli yaptığı için mekaniksel hareketleri varmış gibi görünüyordur. Yine böyle bir hareketler zincirinde yaklaştığı Teneke Adam'a duraksayarak boyunun yettiği kadar sarılır ufaklık. Kıpırdamaya çalışır Teneke Adam; ama beceremez. Pırlanta da Teneke Adam'ın bacağını kavramış olan çocuğa tebessüm ederek bakar, belki kıkırdar bir anlığına kendi kendine ve "onu istiyor musun?" diye sorar, "Tamam. Bizimle gelebilir, senin olsun" der gülerek. "Burda bin 1205 tane daha vardı... dün ki rapora göre."
Kendi kendine konuşmaya başlar, "çocuk ne bilecek rapor mapor. Bende o kazmayka yaşaya yaşaya saçmalıyorum böyle..."

Kadına bakar ufaklık, Teneke Adam'a bakar. Sonra Teneke Adam'ın elini tutar tekrar. Böylece Pırlanta önden ufaklık ve Teneke Adam arkadan yer yer gacırdayarak yer yer takırdayarak ufak adımlarla eve doğru giderler.

...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder